Allah Teâlâ’ya Giden Yolda Birlikte Yürüyelim

 Allah Teâlâ’ya Giden Yolda Birlikte Yürüyelim

İslam Kardeşliği Hakkında Yazı

İman Dairesine girip Allah Teâlâ’ya giden yola revan olduktan sonra yoldaşımızı da buluruz, çok şükür. Fakat hedefimiz, gayemiz bir olduğu halde yan yana, beraber yürümekte zorluk çekiyoruz. Şeytanın iğvasına, nefsin türlü hilesine, dünyanın cazibesine kapılıp birbirimize çelme takıyoruz. Böylece günbegün

Hani kerem ya vefa?
El vermez mi bu cefa?
Her gün belki bin defa
Bir selam bekliyorum

(Necati Bursalı, Bir Selam Bekliyorum)

Serzenişini taşıyan yürekler artıyor. Güven ve huzur telkin etmeyen bu halimizle “Biriz, birlikteyiz” sözü öylesine terennüm ettiğimiz bir temenni olarak kalıyor.

Hâlbuki “Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46) buyruğunca, mana ve madde âleminde birbirimize destek ve yardımcı olmamız istenmekte. Keyfimize bırakılmayıp vebali boynumuza aslına bu hususta tamamen vurdumduymaz olduğumuz söylense de var olan duyarlılığımızı davranışlarımıza yeterince yansıtamıyoruz.

Kalbimizin Ortak Dili İmandır

Yaptığımız işler ve kurduğumuz ilişkilere insanlık âleminin birer ferdi oluruz. Ve ister istemez aramızda ünsiyet peyda olur. Ama hiçbir bağ, “iman kardeşliği” kadar bizi toparlamaz, kalplerimizi inceltip birbirine yakınlaştırmaz. Zira Allah Teâlâ’ya iman etmiş olmamızın verdiği muhabbet ve mesuliyet bilinciyle “benim ırkım, cinsim, milletiyim, partim… vs.” dedirten bütün beşeri değerlerin, düşüncelerin, inanışların üstünde insani ve ahlaki bir duruş kazanırız:

Bu gerçeğe her birimiz çeşitli şekillerde şahit olmuşsunuzdur fakat hatırlatma babında küçük bir misal verelim. Bir süre önce izlediğim bir videoda, ülkemizden Nijer’e giden bir kardeşimiz, sokakta oturan üç kişinin yanına yaklaşıp, içlerinden birinin okuduğu Kur’an-ı Kerim’i dinlemeye başlıyor. Okuyandan önce “Sadakallahu’l-azim” dediği anda ise, Nijerli kardeşlerimiz beyaz tenli bir Müslümanla karşılaşmış olmanın sevincini gözyaşları içinde sarılarak gösteriyorlar. Sonra hep birlikte Fatiha-ı Şerife’yi okuyor ve “Âmin” diyorlar. Bu manzara karşısında yüreğimizi bir sıcaklık ve coşku kaplıyor. Soruyoruz kendimize: “Bir adım ötesinde komşu olmadığı, aynı anne babadan dünyaya gelmediği, aynı ırkı, ülkeyi, teni paylaşmadığı bu insanları kucaklaştıran nedir?” Elbette ki önce iman ile şereflendirip akabinde sahip olduğumuz bütün kimlikleri içinde eriterek “Müminler ancak kardeştirler…” (Hucurat, 10) beyanıyla, kalplerimizi birbirine ısındıran Allah Teâlâ’dır.

İşte O Video

Neydi Kardeşlik?

“Müminler ancak kardeştir, lafzından ne anlıyorsunuz?” sorusu ile her birimiz muhatap olsak, asıl manasına ve gerektirdiklerine belki isabet ederiz, belki de edemeyiz. Çünkü ister istemez ya yaşadığımız çağın içimize sirayet eden değerleriyle anlamlandıracağız ya da kişisel tecrübelerimiz ve nefsani zaaflarımızla yeni bir içerik kazandıracağız. Böyle bir ihtimale sebep olmamak için, Allah Teâlâ’nın kelamına, Resul’ünün (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sözlerine ve tatbikine müracaat etmek en doğrusu olsa gerek.

Aynı kandan, aileden oldukları halde yıllarca savaşan Evs ve Hazrec’i hatırlarımıza getirelim. Bu iki kabile Allah ve Resul’üne (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teslim oldukları anda bütün husumetlerini gömüp din kardeşi olmanın huzurunu tattılar. Allah Teâlâ bu durumu bizlere şöyle haber veriyor; “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Al-i İmran, 103)

Evs ve Hazrec’in kalplerini birbirine kenetleyen mana, sadece bir histen mi ibaretti? Tabi ki hayır, Onları bu fazilet ve erdeme ulaştıran “Allah için seviyorum, artık kardeşiz” dedirten İslam ahlakını benimseyip, yaşamlarının vazgeçilmezi yapmalarıydı. İşte bize lazım olan da “kardeşiz” sözümüzü kuvvetlendirecek ahlak-ı Hamidiye’yi hayatımıza geçirmektir. Birlik, beraberlik ve dayanışmamızı arttıracak, saadetimize sebep olacak bu temel kaidelerden bir kaçını Efendimiz ’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek sözleriyle yeniden tazeleyelim:

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu zalime teslim etmez. Kim kardeşinin yardımında bulunursa Allah da (c.c.) ona yardım eder. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıbını örterse Allah da kıyamet gününde onun ayıplarını örter.” (Buhari, Mezalim, 3)

“Müslümanlar birbirlerine merhametleri, muhabbetleri ve ülfetlerinde bir bedene benzer. Bir uzuv rahatsızlandığında diğer uzuvlar da onunla beraber sızıyı ve uykusuzluğu paylaşırlar.” (Buhari, Edep, 27)

“Allah katında en sevimli ameller mümini sevindirmek, hüznünü gidermek, borcunu ödemek veya açlığını gidermektir.” (Taberani, as-Sağir, 910)

Kardeşlimizin Hakkı İçin Niyetlerimizi Düzeltelim

“Yeter ki kardeşim zerre miktarınca mahzun olmasın” manasına gelebilecek pek çok hadis-i şerif olmasına rağmen, bilmekten ve bildirmekten ziyade; en tesirli olanı doğruluklarını, güzelliklerini cümle âleme gösterebilmemizdir. Zira en büyük eksikliğimiz bu noktadadır. Ve bu kusurumuzu samimiyetle giderme derdini çekiyorsak, bu işe niyetimizi sorgulayarak başlamamız gerekir. Şah-ı Nakşibend’in (Kuddise Sirruh) “Niyeti düzeltmek, neticeye varmak için önemlidir” sözü doğrultusunda, öncelikle niyetlerimizi “Din kardeşliği her şeyin üzerindedir.” İdealinde buluşturabilmeliyiz.

Ancak böylesi bir niyetle kardeşlerimizin ayıp ve kusurlarını araştırmaktan, mahremiyetlerini gözler önüne sermekten, sıkıntılarına, ihtiyaçlarına sırt çevirmekten, İslam dışı unsurlara karşı birlik ve beraberliğimizi muhafaza etmek gibi bir vazifemiz varken, bir birimize zulüm etmekten, ehl-i sünnet ve’l cemaat dairesinde meşru metotlarla hizmet eden grup, cemaat ve tarikatları karalamaktan, Ümmet-i Muhammed’in menfaat ve faydası yerine şahsımızın, grubumuzun, partimizin, cemaatimizin vs. çıkarlarını korumaktan sakınabiliriz. Aksi halde tamamen din kardeşliğimizin aleyhine işleyen tüm bu halimiz şeytanı, kâfir ve münafıkları sevindirmekten başka neye yarar?

Nefis Terbiyesi Şart

Nefis terbiyesi iki cihanda da saadetimizi sağlayacak bir terbiyedir. Her ne kadar gidişatımızdaki noksanlıkları ve yanlışları düzeltmenin yolunu niyetimize bağlamış isek de hakikatte kalbin amelî olan niyetin, halis ve sağlam olabilmesi şeytanın ve nefsimizin şerli dürtülerinden kurtulup, kemale ermemizden geçer. Önümüzde çaresine bakılacak onca sorun varken, belki de çoğumuz nefis terbiyesini önemli bulmayız. Lakin en büyük engelimiz budur. Gurur, bencillik, kibir, kin, haset, gıybet, iftira, riya gibi hastalıklarımızdan her biri, iman kardeşliğimizin aleyhine birer davranışa, harekete dönüştüğü için birlikte hareket edemiyoruz.

Şu halde peşine düşülebilecek en karşı iş, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evladı bir Allah dostunun manevi terbiyesi altına girip, nefsimizin tezkiyesinde, kalbimizin tasfiyesinde yol alabilmektir. Bu usulle, birlik ve beraberliğimiz açısından göreceğimiz faydayı Seyyid Ebu-l Hasan en-Nedvi (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dile getiriyor: “Kamil mürşitler insanlardan tevhit, ihlas, sünnete sarılma, günahlardan tövbe, Allah’a itaat ve Resul’üne (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tabi olma gibi güzel ameller için bey’at alıyor, intisap yapıyordu. Bey’at ve intisap edenlerden bunlara uyulması isteniyordu. Kamil mürşitler, kendilerine bey’at edenlere, her türlü kötü işlerden, bozuk ahlaktan, zulümden ve katı kalplilikten kaçınmalarını tavsiye ediyorlardı. Ayrıca onları, iyi ahlakla ahlaklanmaya kibir, haset, kin, zulüm ve makam sevgisi gibi kötü huylardan uzaklaştırmaya, nefsin ıslahına ve tezkiyesine teşvik ediyorlardı. Allah’ın kullarına nasihat etmeyi, herkese iyi muamelede bulunmayı, elindeki rızka kanaat etmeyi, başkasını nefsine tercih edip kardeşini kendinden önce düşünmeyi öğretiyorlardı…” (Kaynaklarıyla Tasavvuf Cilt.2, 58)

Ebu’l Hasan en-Nedvi’nin (Rahmetullahi Aleyh) bahsettiği Allah dostları günümüzde de var. Bize düşen, dinimizi büyün değerleriyle yüceltmek, yaşamak ve yaşatmak emelinde olan bir mürşid-i kâmilin halkasına dâhil olup, din kardeşliğimizi talim etmektir. Ancak bu şekilde gönüllerimiz gibi Ümmet-i Muhammed de şad olur.

Alıntı:
Semerkand Aile Dergisi (102. Sayı Sayfa 14-15)
Yazar: Huriye KARNAP

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir